Çiğdeci ve İstilacı Tür Kavramı
Kuş fotoğrafı çekmeye başladıktan sonra tanıştığım türlerden biri de Türkiye’de çiğdeci ya da Hint maynası olarak adlandırdığımız Acridotheres tristis oldu. Yaşadığım yere en yakın koloninin İzmir Kültürpark’da olduğunu biliyordum. Burada fotoğraflamaya çalıştım ancak muhtemelen Kültürpark oldukça geniş bir alana yayıldığı için bulamadım. Diğer koloni ise internetten takip edebildiğim kadarıyla İstanbul’da Kartal Devlet Hastanesi bahçesindeydi. Bir İstanbul seyahatimde hastane bahçesine uğrayarak türü fotoğrafladım. Morfolojik olarak renkli bir sığırcık kuşunu andıran, kargagillere has mimik ve davranışlara sahip bu çok ilginç tür hakkında biraz araştırma yaptığımda ülkemiz için oldukça yeni olan bu türün aslında dünyanın “En İstilacı 100 Türü” listesinin ilk 3’ü arasında olduğunu fark ettim. Global Invasive Species Database (GISD)’in ilk 100 listesinde yalnızca 3 kuş türü olduğu düşünülecek olursa, ki diğer 2 tür listenin 78. sırasındaki Pycnonotus cafer (Red vented bulbul) ve 90. sıradaki Sturnus vulgaris (sığırcık), çiğdecinin istilacı bir tür olarak iddiası daha iyi anlaşılabilir (http://www.iucngisd.org/gisd/100_worst.php, Erişim Tarihi: 19/06/2020). Bu nedenle ülkemize de yakın sayılabilecek tarihlerde giriş yapan ve giderek yayılan bu tür ve “İstilacı Tür” kavramının önemi hakkında bir yazı kaleme almaya karar verdim.
Çiğdeci temelde Asya kıtasına özgü bir türdür. Doğal olarak Batıda İran’dan doğuda Japonya’ya, kuzeyde Tacikistan, Özbekistan, Türkmenistan vb. orta Asya ülkelerinden güneyde Malezya, Tayland ve Singapur’a kadar yayılımı bulunmaktadır. Ancak tür günümüzde Güney Amerika ve Antarktika hariç tüm kıtalara yayılmıştır. Çiğdeci, Acridotheres (Sığırcıkgiller) cinsine dahildir ve ilk kez Fransız Ornitolog Louis Jean Pierre Vieillot tarafından tanımlanmıştır. Günümüzde 2 alttürü olduğu kabul edilir. Bunlardan ilki; A. tristis tristis, diğeri ise A. tristis melanosternus’dur. A. tristis melanosternus alttürü sadece Sri Lanka’da bulunur. Bu alttür temelde diğer alttüre göre daha koyu renklidir. Ayrıca diğer alttürle karşılaştırıldığında primerleri ve gerdanında bazı renk farklılıkları vardır.
Çiğdecinin dünyanın en yaygın istilacı türlerinden biri olma yolculuğu 18. yüzyılda başlamıştır. Fransızlar Hint okyanusundaki kolonileri olan Mauritius adasındaki böcekleri kontrol edebilmek amacıyla Hindistan’ın güney doğusundaki Pondicherry bölgesinden yakaladıkları bazı bireyleri adaya getirmiştir. Hatta o dönemde adaya getirilen kuşlara zarar verenlere cezai işlemler uygulanmıştır. Tür, geçen süre içerisinde Güneydoğu Asya, Madagaskar, Orta Doğu, Güney Afrika, İsrail, Amerika Birleşik Devletleri, Arjantin, Almanya, İspanya ve Portekiz, İngiltere, Avustralya, Yeni Zelanda, Hint ve Pasifik Okyanuslarındaki çeşitli okyanus adaları, Fiji ve Hawaii'de ciddi büyüklükte koloniler oluşturmuştur. Çiğdeci diğer pek çok istilacı tür gibi bazı yerlere bilinçli olarak belirli amaçlarla (haşere kontrolü, avcılık faaliyeti için vb.) getirilmiş, bazı yerlere ise esaret altındaki bireylerin doğaya kaçması sonucunda ulaşmıştır. Örneğin türün 1860’larda Avusturalya’ya getirilme nedeni tıpkı Mauritius adasında olduğu gibi haşere kontrolüdür. Oysa Güney Afrika ve Avrupa’ya girişi ise esaret altındaki bireylerin doğaya ulaşmaları ile gerçekleşmiştir. Çiğdeci bugün özellikle Avusturalya’da “haşere” olarak kabul edilmekte ve türün doğadaki sayısını azaltabilmek için 2009 yılından bu yana yoğun mücadele verilmektedir.
Çiğdeci temelde ağaçlarda veya bina duvarlarında, çatılarda vs. bulunan kovuk, oyuk, boşluk gibi korunaklı yerlerde yuva yapan ve üreyen bir türdür. Son derece agresif ve bölgecidir. Yuvalama ve tüneme alanları için bölgedeki yerli türlerle büyük bir mücadeleye girişir. Üreme dönemindeki erkekler ortalama 0.83 hektar (8300 m2) büyüklüğündeki alanı aktif olarak savunur. Ancak yoğun nüfuslu kentsel ortamlarda savunulan alanın büyüklüğü azalabilir. Bu saldırgan mizaçları benzer ekosistemlerde benzer ihtiyaçlar içinde olan yerli kuşlara büyük zarar verebilir. Çiğdeci, örneğin kendisinden çok daha iri boyutlu olmasına rağmen Avustralya'nın yerli kuşlarından kırmızı göğüslü kakadu (Eolophus roseicapilla) papağanlarının üreme başarısını büyük ölçüde azaltmıştır.
Çoğunlukla toprakta yaşayan böcekler, üzüm, erik ve tropikal meyvelerle beslenir. Ayrıca kentsel atıklardan da yararlanabilecek kadar fırsatçıdır. Yaşadığı bölgelerde özellikle üzüm, incir, elma, armut, çilek, yaban mersini, guava, mango ve ekmek meyvesinin olgunlaşmasında önemli hasara neden olabilir. Örneğin Avustralya’da özellikle yabanmersini yetiştiriciliği yapan çiftçilerin bahçelerine önemli düzeyde zarar verir. Tür Hawai adasına şeker kamışı tarlalarındaki haşereleri kontrol etmek için getirildiği halde günümüzde adanın meyve endüstrisi için ciddi bir tehdit haline gelmiştir. Kentsel alanların yakınındaki mısır, buğday ve pirinç tarlalarına da zarar verebilir. Tüneme ve üreme alışkanlıkları nedeniyle, özellikle insanlarla beraber yaşadıkları kent alanlarında sağlık sorunlarına ve estetik kaygılara neden olur. Çiğdeci, kuşlarda sıtma ve insanlarda dermatite neden olabilen Ornithonyssus bursia akarı gibi egzotik parazitleri taşıyabilir, tarımsal yabani otların yayılmasına yardımcı olabilir. Tür, örneğin Hawaii adası için yine istilacı bir tür olan Lantana camara bitkisinin tohumlarının tüm adaya yayılmasının sorumlusu olarak kabul edilmektedir.
Ulaştığı yeni ekosistemlerde saydığımız bu sorunlara neden olabilen çiğdeci özelinde durum böyleyken küresel anlamda istilacı tür kavramı neden önemli olabilir? Bir tür doğal olarak bulunmadığı bir ekosisteme dahil olduğunda/edildiğinde ne olur? Bunun yanıtı mevcut ekosistemin bu yeni gelen türe karşı ne kadar esnek olabildiği ile ilişkilidir. Sorulması gereken temel sorular;
- Tehdit altındaki ekosistem bu değişim ile başa çıkabilecek yapıda mı?
- Yeni gelen tür ekosistem içinde geniş kapsamlı etkiler yaratıyor mu?
- Ekosistemde kalıcı hasarlar meydana geliyor mu?
- Mevcut ekosisteme özel bir “şey” sonsuza dek kaybolabilir mi? şeklinde olmalıdır.
Modern insanın dünyaya yayılışının öncesindeki dönemlerde dağlar ve okyanuslar yerel türlerin yayılışına karşı doğal bir bariyer oluşturuyordu. Ekosistemler izole durumdaydı. Göç etmeye başlayan ilk insanlar fiziksel ve sosyal ihtiyaçlarını karşılamak için bazı yerel türleri de beraberlerinde taşımaya başladı. Ancak günümüzle karşılaştırıldığında başlangıçtaki bu faaliyetin büyüklüğü ve sıklığı çok küçüktü. Günümüzün geniş küresel ticaret ve yolcu hareketleri ise istilacı türlerin ekosistemler üzerindeki olası etkisini başka bir seviyeye yükseltti. Örneğin insanlar tarafından bilinçli bir şekilde yeni ekosistemlere taşınan Nil levreği (Lates niloticus) gibi bazı türler onarılamaz hasarlar yarattı. Sadece Nil levreği istilacı bir tür olarak 200'den fazla yerel balık türünün yeryüzünden sonsuza dek silinmesine neden oldu. Tarihten ders alarak bu tür hataları tekrar etmekten kaçınmalıyız.
Artık günümüzde istilacı türler yerel türler üzerindeki tehdidin ve yok oluşun habitat kaybından sonra gelen en büyük ikinci nedeni olarak değerlendiriliyor. Dünyanın biyolojik çeşitliliğini oluşturan genler, türler ve ekosistemler çok önemlidir. Çünkü kayıpları ve bozulmaları biyolojik çeşitliliği azaltır. Etik olarak biz insanlar dışındaki türlerin de bu dünyada var olma ve dünyadaki yerlerini koruma hakları vardır. Ekosistemin işleyişi için hangi türlerin gerekli olduğunu, hangilerinin gereksiz olduğunu ve dünya değiştikçe hangisinin gelişeceğini yada hangisinin doğal yollarla yeryüzünden silineceğini bilemeyiz. Bir ekosisteme yeni bir tür eklediğimizde bunun nihai etkisini hemen göremeyiz. Yeryüzündeki tür çeşitliliğini korumak, yaşam destek sistemimizi korumanın en iyi yoludur. Biyosferin bir bütün olarak kendi kendini düzenleyecek şekilde hareket ettiği ve biyolojik çeşitliliği zengin olan ekosistemlerin varolma konusunda daha başarılı olduğu bilinmektedir. Örneğin dünyanın geri kalanından izole olmuş bir şekilde gelişen ve biyolojik çeşitliliği zayıf olan ada ekosistemleri, temel biyolojik süreçleri sürdürmek konusunda daha kırılgandır. Söz konusu ekosistemler istilaya karşı daha savunmasız olan nispeten daha az bitki, otobur, etobur ve ayrıştırıcı canlıya sahiptir. Günümüzde maalesef ada türlerinin tükenmesi görülmemiş bir oranda hızlanmıştır. Yapmamız gereken bu konuda da farkındalığı arttırmak olmalıdır. Çevre koruma bilincinin küresel boyutta giderek artması bu konunun çözümünde de umut vermektedir. Sonuç olarak; eğer sıkılmadan bu satırlara kadar gelebildiyseniz Kartal Devlet Hastanesi bahçesinde tanıştığım egzotik bir kuş türünün bana yazdırdığı bir yazıyı okuyup bitirmişsiniz demektir J Hep beraber daha güzel günler görebilmek dileğiyle…
Yazı ve Fotoğraf: Prof. Dr. Mehmet Ali Demiral
Son Bloglar
- Göç 1491
- Bu Soluk Mavi Noktada Çirkin Bir Kuş İçin de Yer Var mı? 1867
- Türkiye Ornitoloji Cemiyeti 1702
- Nadirat Peşindeyiz! 815
- Ne Varsa Kısmetinde O Çıkar Kaşığında 1085
- Bir Kadife Hikaye 1198
- Sürmelinin İzinde 1043
- Rüzgar gibi geçti 1145
- Yakalı Toyun Hatırlattıkları 1205
- Yaz Tatillerimin Tatlı Mırıltısı 1606
- Çiğdeci ve İstilacı Tür Kavramı 2359
- Kraliçe Elenora’nın Doğanı 1257
- Kuş Fotoğrafçılığının Etik Kuralları 1532
- Bulgaristan’da çok kısa bir kuş gözlem gezisi 811
- Tavşancıl (Aquila fasciata)’da eşeysel farklılık 817